Pazar, Aralık 14, 2014

Tanrı lambadaki cindi, dilek haklarının hepsini kötü çocuklar gibi kendine saklamıştı.

OM dinletiyor.

Bugün pazar, hava güneşli, insanlar muhakkak parklara atacaklardır kendilerini, ben ise eve gelirken 15'li yumurta ve bir paket tavuk kanadı aldım yemek için. Eve gelirken; günlerdir evde değildim çünkü. Kaçış değil bu, hiçbir zaman da olmadı. Sınavlarım bitti, kafamı topladım.
Finaller yakında.
Om diyordum.
Kafam evden daha dağınık ama daha temiz.
-Sandalye, kırmızı, metal bacaklar, üstünde ise limonata şişesi yarıya kadar dolu, ve tv kumandası. Sandalye koltuğa dönük. Koltuk, çekyat tipi, tipik bekar evi koltuğu, yatak olabiliyor. Üstünde ceketim, bilgisayar çantam, perşembeden kalan makarna tabağı. Hayat, bu makarna tabağının kuruması gibi bişey bence. Kaynatıyorsun, bir saat beklesen kuruyor. Beklemeye gelmez hayat. Bekletilmeye değmez. Lamba açık, dünden beri herhalde. Dün ne olmuştu da...
Bıraktığım ekmek bitmiş, biterdi. Odamın kapısı, açıktı. Ne aranıyordu? Ne bulunamamıştı?
Bu ara deli gibi kedi sevdim, ölümüne sevdim. Siyah tüyleri var, parlak tüyler, yumuşacık, kadife gibi. Sokuluyor kucağıma, sarılıyor gibi yapıp, alıyorum onu kanatlarımın altına, nefes alış verişi, kalp atışlarım senkronize olmasalar da, müzik gibi, birbirlerini yakalıyorlar bi yerlerden.
Bu ara yazasım var, hep Hakan Günday yüzünden. Röportajını okudum, yazasım var ama öyle amaçsız.
Kitap okuyamıyorum, gözlerim yüzünden. Miyop desen, fotofobi desen, var da var.

...hevesim kaçtı bu yazıya devam etmek istemiy-