Pazar, Temmuz 08, 2012

Requiem for a Dream -Bol Spoilerli *Film-

Hasssikttiiiiiirr!!! diyorum. Bu film bütün gerçekleri insanların suratına tokattan ziyade bir vinç gibi çarpıyor. Paramparça hissediyorsunuz, boğazınızda bir yumru, kalbinizde bir basınç. Aronofsky mükemmel yönetmen fakat bu filmi bir daha izlemicem. Aman tanrım, bu gerçekten inanılmaz bir histi. Kulaklıklarımı taktım ve 100dk boyunca bir kere çıkarmadım, normalde ne kadar süre geçtiğine bakardım fakat yerimden kımıldayamadım bile. Bu nasıl mümkün olabilir, ok bir daha izlemicem midem kıçımda, kusmak değil ama midemi sıçabilirim.
Görmeniz gerekenler, dayanılmaz olanlar ;
Sarah Goldberg'in diyet hapı sandığı uyarıcıları alması, oğlunun onu ziyarete geldiğinde annesinin daha kötüye gideceğini fark etmesi ve o anda kendisi bir keş olan Harry, annesinin de onun gibi bir bağımlıya dönüşmesini istememesi, yıkıldım resmen.
Sarah'ın git gide kötüleştiği ve hayaller gördüğü sahneler -buzdolabı ve gördüğü halisünasyonlar gittikçe gerçekleşmesi, son anda olayların kopması vesaire, akıl hastanesine kapatılması, zorla sonda takılması, zorla yemek yedirilmesi, elektroşok verilmesi -dayanılmaz!
Harry içinse, Marion'la tartıştıkları sahne, annesinin televizyonunu sattığı, sonra da torbacılıktan kazandığı parayla annesine yeni bir televizyon aldığı sahne dramatikti yeterince.
Marion'un ise mal bulabilmek için son çare olarak Arnold'la yatması, ondan sonra da Big Tim'le yatmak zorunda kalması falan, partiye katıldığı sahneler ise...tek kelimeyle iğrençti.
Bütün bunları da Royal Tenenbaums ve Kynodontas arasında kaldım diye izledim, izliyim kurtulayım bu yükten diye düşündüm, hani olur ya bir film öyle anormaldir ki kendinizi buna hazırlamanız gerekir. Ben de kendimi nasıl hazır hissettiysem, izlemeye karar verdim ve sonuç -BİR DAHA İZLEMİCEM!-



Cumartesi, Temmuz 07, 2012

Ghost Town -Film-

Kurnaz tilki Pincus, Gwen'i güldürürken 

Ricky Gervais, mükemmel komedyen. Film boyunca güldüm diyebilirim. Ortasına kadar diyelim çünkü sonrası biraz duygusala bağladı. Espriler mükemmel, oyuncular mükemmel. Konusu şöyle filmin;
-Kolonoskopi için hastaneye giden Dr. Pincus, genel anestezi ister. O anı görmek istemiyor çünkü, haklı olabilir aslında. Anestezinin yan etkisi, Dr. ölür ama sonra geri döner tabii. Sadece 7dk'lığına öldü. Hastaneden çıkarken, ölü hemşirenin hayaletini görür, böylece hayaletler peşini bırakmaz film boyunca. Acaip eğlenceli ve sıradışı bir hikaye, dizi izleyenler bilir. Ghost Whisperer's vardı zamanında, biraz onun gibi ama komik. Hayaletler komik, Ricky Gervais komik. Hikaye ilerlerken Gwen'le tanışır Pincus. Hayatı değişir, aaaah kadınlar! Biz erkeklerin sıradan ve bir o kadar sıkıcı hayatına girdiniz mi hayatımız öyle bir allah bullak oluyor ki-iyi anlamda- sanırım ben de bu allak bullak olma durumundan korktuğum için ya da göze alamadığım için adım atamadım. Can sağolsun, başkası için yaşamak ve diğer bilimum mesajlar görebilirsiniz filmde. Çok eğlendim, bir kaç şey de öğrendim diyebilirim.
Hadi iyi seyirler. Çok gülün.

20'nin Sonuna Geldim!

Bugün Cumartesi, 7 Temmuz.
20 yaşımı doldurduğum, normal günlerden bir tanesi. Evet, bugün benim doğumgünüm! Yihhuu! Kızlar, dans, eğlence falan görmen lazım -demek isterdim.
Sabah biraz geç uyanıyım dedim hatta uyanmıyım en iyisi şeklinde dönüp durdum yatakta. Facebook'ta ilk doğumgünü mesajını Felijom bebekim attı. Ben de saçma sapan yorumlar ve cevaplar vermeyi seviyorum, kusura bakmayın gençler. Mesela Heidi, oy Heidi, can Heidi.
-Doğum günün kutlu olsun :) diyip gülmüş sonunda. Benim cevabım ise
-Neden?!asişdlasdş :D şeklinde oldu.
Altında şaka olduğunu anlayacak insanlara şakalar yaptım, bugünü biraz daha yara almadan atlatmak için euheuhe!
Facebook mesajlarını falan geçtim, kendi duvarımda delirdim resmen. Eğleniyorum kendi çapımda ehehe! Kutlama falan yok, kardeş pasta getirsin de adettendir keselim. Çikolatalı pastalar bayatlıyor, ekşiyor buralarda sıcaktan mı neden anlamadım. Meyveli getirsin bakalım.
Tv'yi açtım arkaplanda manyak şarkılar dönüyor ;
Funda Arar - Yok Yok, ilk defa dinlemiyordum denk geliyordu. Klibi ilk defa görüyordum, Funda Arar delirmiş, güzelleşmiş. Klip de eğlenceli olmuş.
Rastgele şarkılarda rastgele gelen Senin şu halin bilmem neye talim diye başlayan Murat Dalkılıç, klipte bir kadın var, aaaa aaaha aaaa ahah allaaaaah! diye bağıran aslan out, bu hanımkızımız in. Erotizm evimizde, erotizm her yerde, sokakta caddede.
Şimdi de oturmuşum böyle, şu şekilde dicem de nasıl? Laptop kucakta, ayak uzatılmış, kapri giydim yıllar önce annem almıştı ortaokula falan gidiyorduk o zamanlar. Şimdiki hali bile uzun olmasına rağmen o zamanlarda nasıl giyiyorduk? Anne, sanırım seneye giyer politikasını sen bir adım ileri değil de 6-7 yıl sonra giyerler ne de olsa gibi bişiy yapmışsın, iyi ki yapmışsın canımsın. Laptop'ta LinkinPark, tek kişilik  doğum günü partimle birlikte mutlu olmaya çalışıyorum.
Sizden ricam doğum günümü kutlamayın, ne cevap vereceğimi şaşırıyorum alışık değilim.

Cuma, Temmuz 06, 2012

Bana bu kadar tatil yeter.

Eeaaah, böyle bir başlangic yapabileceğim aklımın ucundan geçmezdi.
Bu sabah çok öğlendi. Ilk defa bu kadar geç uyanıyordum, keyfimden değil yeahu.
Bütün gün sıcaklar yüzünden pişen bilgisayara küfrettim, her ısındığında uyarı verip kapanıyor nefret ediyorum bu durumdan. Flash oyun bile oynayamaz duruma geldik, böyle değildi bu lap. Bugün Kynodontas'i izlicem dedim, izleyemedim.
Dün kardeşimin doğumgünuydu. 30 dklik yürüyüşten sonra yetiştik pastahaneye kuzenlerle, bu ara maddi açıdan sallantılı dönemdeyiz banka kredisini ödemek için yaşıyoruz resmen. Eaa, doğumgününden bahsedelim biraz, kuzenler ve kızkardeş gittik hep beraber. Küçük bi pasta almasını söyledim bizimki heyecandan mıdır bilmem büyük bi pastayla geldi paramızın çoğunu da böylece pastahaneye vermiş olduk. Dediğim gibi dikkat etmemiz gereken dönemdeyiz, dondurma alıp döneriz diye düşünmüşken, annemin de kızmasıyla uuh bombastik bi gece yaşadık, çok umrumda olmadı açıkçası ehueuhuh.
Kuzenle konuştuk yol boyunca, sohbeti çok hoş. Sıkılmadan sabaha kadar yürüyebilirdim tabii eve yetiştiğimizde de yorgunluktan ölmüştük.
Sağlık bakanlığı obezite ile savasiyormuş, günde yarım saat hareket edin diye, bugün 10 dk bile hareket etmedim, geleceğin obeziyim Yaşasın Obezite diyip ekliyim, Zombotron1-2 bitti, sonunda! Mükemmel bi oyun armorgameste aratırsaniz bulabilirsiniz, link ekleyemiyorum. Giderim.
Şu sınavlar açıklansın yakın zamanda ya tatil de bitsin ne bileyim çok acaip şeyler oluyor, kafa kalırsa anlatırım bi ara.

Bu Haftanın Gündeminden Başlıklar

1 Temmuz

Pek tabii İspanya'nın İtalya'yı 4-0 yenmesi futbolseverler tarafından "bu ne olum? İspanya mı hass." yorumlarıyla karşılansa da futboldan anlamasam bile benim gönlümde İspanya'nın şampiyon olması vardı tabii, böyle de oldu. Tarihe yazdırdılar isimlerini.
Temmuz bizden birçok güzel insanı almış, 1 Temmuz'da da Marlon Brando aramızdan ayrılmış, allah rahmet eylesin.

2 Temmuz

Pek tabii Sivas Katliamı'nı yazmazsam olmaz. 37 kişi yaşamını kaybetti, insanlığın neredeyse en vahşi tarafını göstermişti bize bu olay. 37 kişiden 2'si ise oteli yakmaya çalışanlardan. 35 CAN, aydın ölümsüzleşti.

3 Temmuz

Temmuz bizden en güzel insanları almış demiştim ya affetmiyorum Temmuz'u, belki bu Temmuz'un suçu değildi ama keşke olmasaydı. 
Kemal Sunal, belki de hakkında yazılacak sayfalar dolusu yazı vardır ama benim elimden gelen; Allah rahmet eylesin büyük insan, ülkenin en zor zamanlarında insanların yüzündeki tebessüme neden olan, nur içinde yat.
Jim Morrison, The Doors'un solisti. the Doors'u özel olarak oturup dinlememiş olmam bu saate kadar sanırım benim öküzlüğüm, youtube sayesinde en popüler parçalarına ulaşabiliyordum grubun. Her ölüm erken ölümdür, genç yaşta aramızdan ayrılmış olman çok üzücü.

4 Temmuz

Bob Ross, bonus amca! Şurada şirin bir ağaç var diyip çizdiğin resimler sayesinde anneme "anneaa, ben ressam olacam!" demiştim annem de "nerde satacaksın çizdiğin şeyleri, köyde mi?" diyip içimde ukte olarak kalan buruk bir anıya neden oldun güzel insan. Kanserle savaştın sen, o çizdiğin şirin ağaçlar veya bulutlar kadar şirin değil o, bu yüzden senin gibi güzel insanı aldı aramızdan.
Barış Akarsu, ahh be genç adam! Seni şu kadarcık kısa bir zamanda bu kadar büyük kitlenin sevmiş olması sanırım içindeki güzelliğin kanıtıydı, nur içinde yat. Ölen sanatçıları dinleyememe/izleyememe hastalığım var, hastalık değil kendisi ama bazen o derece kötü hissediyorum ki hastalık olduğunu düşünmeye bile başlamıştım.

567 Temmuz - Hangi tarih gerçek?

Aziz Nesin, seni de aldı aramızdan Temmuz. Hani elimde olsa Haziran'dan Ağustosa geçerim direkt, ne biçim bir ay geçirdik, Aziz Usta ortaokuldaydım ilk kitabını okuduğumda ve inanılmaz bir etki bırakmıştın bende, Şimdi Çocuklar Harika'ydı kitabın ismi. Nur içinde yat, doğumlar umrumda olmuyor ölümleri hatırladıkça ama mik mik hayatın gerçekleri de bilmem neleri, ben kendimi ölümsüz sanıyorum sanırım. 7 Temmuz 1995 senin kalp krizi geçirdiğin gün fakat ailem muhtemelen benim 3 yaşıma girişimi güzel bir pasta keserek kutluyorlardı, çok acıklı.

Pilotlarımız bulundu bugün de toprağa verdik, şehit pilot Ertan'ın 7 aylık hamile eşi ayakta durmakta zorlandı yazmış Cnn, anne karnında yetim kalan çocuğun hesabını kim verecek arkadaş, şöyle bir şey ki ölen her askerin biraz deşsen ne tür pis oyunlara alet edildiğini görürsün zaten, ben bu iki can'ın göz göre göre ölüme gittiğini düşünüyorum bu saatten sonra onları geri getiremeyiz ama umarım aptal hareketler sonucu daha çok insanın veya birilerinin menfaatleri için daha çok can'ın ölmesine göz yumamam. Siyasiler adam gibi kararlar verse zaten gencecik bedenlerin anlamsız bir şekilde toprak olmalarına neden olmazdı, şimdilerde milliyetçi duyguları kabarmış bir şekilde gaflete düşen insanlar görüyorum "Suriye'ye haddini bildirecez, savaş ilan etsin Türkiye, o ülkeyi yerle bir edecez" şeklinde söylemlerle çeşitli haber sitelerinde yorumlar okudum. Hassiktirin gidin arkadaş, öncelikle aklınızı başınıza alın ki daha fazla insanın ölmesine neden olacak aptal hareketlerde bulunmayın, devrimi halklar yapar silahlı militanlar değil.

Bütün bunlar olurken canım ülkemin bir zamanlar dilinden düşürmediği Tanrı Parçacığı bulundu. Hayırlı uğurlu olsun, haber hakkında detaylı bilgi toplayabilirsem ileriki zamanlarda yazarım.

Daha fazla ölüm yazamıcam, kafam sikildi afedersiniz. Bu ne arkadaş, nefret ettim resmen bu aydan da doğumgünüm olacak günden de bok yiyen Temmuz'dan her şekilde nefret ettim. Bugün benim için 6 Ağustos. 



Çarşamba, Temmuz 04, 2012

Take Shelter -Film-


Bir baba, karısı ve çocuğu. Curtis 35 yaşında ailesiyle, iş arkadaşlarıyla gayet normal bir hayat süren hem iyi bir eş hem de iyi bir babadır tabii ki bu böyle devam etmiyor. Film boyunca kendimi adamın kafasında bulduğum ya da gördüğü kabuslarla kalbimin dk'da 120 attığını gördüm. Gerildim ama gerilim değil, yeterince dramatik. Annesini görmeye gittiği ve işle ilgili problemler yaşadığı sahneler ile, gördüğü kabuslar hepsi çok zekice ve dramatik bir şekilde ekrana yansıtılmış, bir iki yerde "güleyim lan biraz güleyim ühühheee" şeklinde ağlıcaktım nerdeyse, dram olduğunu biliyordum ama bu kadar vuracağını tahmin edemezdim, size tavsiyem bunalmışsanız izlemeyin, daha çok ve daha çok bunalmanıza neden olabilir. Filmin son sahnesinde "hasss..." diyip bitirdim filmi, Curtis'e bol bol küfrettim ama adamın elinde değil, keşke kader denen lanetle sürüklenmesek değil mi?
-Filmle ilgili eklemek istediğim başka bir şey yok, yeterince vurucu bir film, süre sıkıntısı da yaşamayacağınızı düşünüyorum 2 saat sürüyor ve sıkıcı değil. Hep bir diğer sahneyi merak edip kafanızda kuruyorsunuz ama tabii ki olaylar olaylar vesaire.

Salı, Temmuz 03, 2012

Sıcağı Sıcağına Anlatmazsam Ölürüm

Taaa ilkokul zamanlarımdan beri sadece izne geldiği zaman görüşebildiğim bir arkadaşım var. Yoo, diğer hayırsızlar gibi değil bu. Hayırsız da değil. Nasıl olduğunu yazının ileriki satırlarında anlatırım lakin lafı döndürmenin, boşa uzatmanın anlamı yok.
Akşam yemeğinde dün kesilen öküzden bize ciğer kalmış, bayılırım(!) ciğere. Annem de biliyor tabii. Et olmayınca, sakin ol Umut ve elindeki şişi yere bırak modundaydım. Dün tıkındığım etten sonra canım yine et istiyordu. Kanlı ciğere kaldık. Bakma öyle, yok efenim dünya açlıkla bilmem neyle savaşıyor, ben de biliyorum. Yedim tabii ciğeri, o sırada kuzen geldi. Ben film izlediğim sırada aramıştı, arkadaşın yanına gidecez akşam, diye. Ee, olur falan demiştim ama akşam gideceğimizi düşünmemiştim hani. Neyse, yemekten sonra arabaya bindiğimiz gibi ben, kuzen ve yolda karşılaştığımız komşunun oğlu, arkadaşın evine doğru yola koyulduk. Akşam saat 9, yol karanlık. Tek bir sokak lambasının olmadığı yerden bahsediyoruz, oralar ıssız. Hep akşamları nasıl olur diye düşünürdüm tahmin etmeye çalışırdım ama gündüz bile kanını donduran, yolun iki tarafı ağaçlarla çevrili, dağ taş bir yerden bahsediyoruz. Kanım çekildi resmen, arabanın camını kaldırmayı bile düşündüm sonra "olum Umut manyak mısın, etrafındakiler de manyak olduğunu mu düşünsün" diye geçirdim kafamdan çünkü camı neden kaldırdığımı sorarlarsa cevabım "pencereden yılan, köpek... falan atlamasın diye" olacaktı. İyi ki kaldırmamışım camı, temiz temiz hava esiyor biraz da ılık. Oooh kebap. 
Arkadaşın evine geldik, ailesine selamlar vesaire. 
Arkadaş elinde bir şişe rakıyla geldi, rakıyı kendileri yapıyor, boğma mı? evet evet ağzın sulanmasın birazdan anlatacaklarımdan sonra bol bol salya vesaire akıtabilirsin klavyene ehe. Ben rakı içmem diye düşündüm önce, zaten hayatımda da kaç kere içmişim ki? 3? Evet 3 kere tatmışım sadece, içmek sayılmaz ve nefret etmişim. 4. ise, aa durun meyve tabakları geldi. Karpuz, bahçeden daha bu sabah koparılmış tüysüz şeftali ve erik. Tanrım, cennet mi yoksa dünyadaki cehennemin oynadığı oyun mu, oyunsa ya da tuzaksa, tuzağına düştüm yavrum ocağ... şeklinde zebaniler eşliğinde coşabilirdim o anda. 
Hhmm, rakıdan bahsediyim. Öncelikle, içtiğim demiyorum yine, tattığım rakıların hiçbirine benzemiyor. Tadı o kadar güzeldi ki, nasıl desem, genzi yakmıyor, hoş bir aroması var, kokusu da ayrı güzeldi, hiç bu kadar güzel kokan rakı görmemiştim. Bundan daha güzelini de içeceğimi sanmıyorum. Tabii ki bu saatten sonra şans veririm ama bunun yeri bambaşka be dostum. Tam içtim sayılmaz ama tadını aldım bu kez, rakı öyle bişiymiş hacı, diyebilirim. 2 bardak içtim, yine içtim diyemiyorum çünkü acaip sulandırdım. Arkadaşlar benim eklediğim rakının iki katını ekliyorlardı ki onlar benden daha çok tüketmişler, sohbetin ilerleyen zamanlarında ilk alkolle tanıştıkları ve kustukları, sarhoş oldukları anlardan bahsettiler. Neyse ki benim midem bulanmaz bu tür sohbetlerden, senin bulandıysa üzgünüm. Es geçelim. Arkadaşımdan bahsediyim biraz, bize bu güzel anı yaşatan güzel insandan ; 
İlkokulu beraber okuduk, tam 8 sene. İkizi de vardı ve ilkokul zamanlarımda kavga etmediğim nadir insanlardandı ikisi de, belki laf dalaşına girmişizdir ama hiç sorun yaşamadık. Lise yılları mı diyim? Olmayan kısmından bahsetmiyim, arkadaşım liseye devam etti ama bırakmak zorunda kaldı. Yurtdışına gidip o da bu yörenin insanı gibi, belki onun deyimiyle "gençlik hevesi" belki de maddi sıkıntılar ve okumaya olan isteğinin onu erken terk etmiş olması, ona gurbetçi kimliği kazandırdı. Kazandırmak? Belki evet ama ondan aldıklarına bakınca, hayat zor arkadaş. Şu an kendi parasını kazanıyor, nerdeyse babam kadar ve 4 katlı bir inşaatın temellerine katkıda bulunmuş. Ayrıca bilmem kaç dönüm arazisi var. Ha, şöyle bakınca idealist olan kıçı beş para etmez kafam, idealizmin bu zamanlarda kapitalizmin kıçı öptüğünü öğrenmiş oldu ya o ayrı mesele zaten. Bundan bilmem kaç sene önce ki talihsiz olmasam ben de babamın yanına gidip aylık 5.000 lira gibi güzel bi para kazanabilirdim ama zor be dostum, biz en iyisi ideallerimizin köpeği olalım, bu durumdan şikayetçi değilim, böyle olmak zorundayım bu saatten sonra hiçbir şeyden vazgeçme lüksüm yok. Neyse, can sıkıcı sohbet konusu açtım içiniz karardı o zaman şöyle devam ediyim, kuzen 5 bardak-duble?den sonra biraz sallanıyordu ama kafası güzeldi sadece onun deyimiyle, komşunun oğlunun da ondan aşağı kalır yanı yoktu hani, otomobili kim kullanacaktı? Ben mi, güldürme, en son geçen yaz direksiyon başına geçmiştim otomobil de otomatikti, bu hem manueldi hem de yol karanlıktı olmaz, ölmek istemiyordu kimse. Komşunu oğlu kuzeni gaza getirince kuzen biraz hızlanıp ilerdeki virajda "kendince" drift yaptı, yol toprak, takla atabilirdik ama neyseki yavaş gidiyordu, biraz yavaş. İlerideki virajı da gözüne kestirince, hay amk nereye geldim lan diyorum ayrıca gülüyorum hani, eğlenceli geliyor fakat manyaklık! Biraz sonra halı sahaya gidip top koşturacak keretalar, güzel kafayla, kendi hayal alemlerinde top koştururlar bir yarım saat sonra. 
Arkadaş da aslında planının bu olmadığını söylemişti bize sohbet sırasında, ben planı bozdum kusura bakma yemek yiyorduk diyince de o zaman bu hafta yine görüşelim dedi. Bu fırsat kaçmaz, belki bu sefer dozu iyi ayarlarım böylece biraz daha "güzel" kafaya ben de sahip olabilirim, alkolün şakası olmaz, şişede durduğu gibi diil biliyorum ama öyle güzeldi ki evde olsa böyle bir güzellik, her yalnız kaldığımda kafayı çekerdim, iyiki yok ama tanrım olsun lütfen, "dark side" dedikleri yere mi geçeyim bu mu olsun? 
Hadi eyvallah gecenin bu vakti, sarhoş olmadan anlatabildiğim için mutluyum. 

In the Loop -film-

In the Loop, hayatımda en çok güldüğüm komedilerden bir tanesi. Çekim tekniği ile de samimi bir şekilde sinema filmi değil de dizi izliyormuş gibi hissettiriyor. Ben izlerken çok eğlendim, karakterler, kurgu her şeyin bir arada mükemmel bir denge oluşturması da başarıyı arttıran unsurlardan tabii ki. Politik komedi olması gözümü korkutmuştu ama siyaseti ve politikacıları iğneleyen dialoglarda bulunulması çok mutlu etti. Tavsiye eder miyim, ediyim bakalım. İzledikten sonra küfrederseniz de, edin amk zaten filmdeki dialoglarda argo, küfür, espriler havada uçuşuyor.

Pazartesi, Temmuz 02, 2012

Fazla Karışığım (Duygusal Anlamda)





Selam canlar, 
Uzun zamandır selamsızım ben, belki farkındasınızdır belki de değilsiniz. Birilerine hitap ederek yazmayalı da hayli zaman olmuş. İlk yazdığım zamanlarda blogla konuşurdum şimdilerde ise etrafımda insanlar var, ulusa sesleniş şeklinde bağıra bağıra döküyorum içimi artık. Yorum kısmını da açtım, daha n'olsun?! ehe.
Bayram telaşı falan da hız kesmeden sürüyor ki sabahtan beri gelen giden onlarca insan.
Sabahtan bahsedeyim biraz, saat 10 gibi uyandım da dün 2'de uyudum. Film izleyecektim, izleyemedim. Jeff, Who Lives at Home - filmi bitiremedim bile. Canım sıkıldı ne biliyim, bunaldım sanırım biraz. Sıcaklar yüzünden euheu. Dengesizliğimden, tutarsızlığımdan yakınıyorum son zamanlarda. İlacın 2. ayına girdim. Bırakmak için doktora danışmam gerek, bırakırsam ve daha kötü olursa? diye de düşünmeye başladım bir de.
Sabah, et kokusuyla uyandım. Mangaldan yükselen koku, camdan içeri girip resmen midemi okşadı ama sabah sabah midemi kaldırdı o okşama. Okşamasaydı ne biliyim, gıdıklanırım ben. Normalde bu tip beslenmeye karşıyım, sabahtan beri et yiyoruz, zararlı çok. İsyan bayrağını 2 yıl önce kaybettim, sabahları herkes mangal başındayken bayram zamanı, ben ise tutup zeytin ekmek çay yapıp öyle geçiriyordum öğünü. Daha sağlıklı. 2 yıldan beri de ben de bu "et sevdalıları"nın arasına katıldım. Napıyım, çoğunluğun bir parçası haline geldim bir şekilde. Sonra da işte sıkılmalar, hayatımda ilk defa gördüğüm insanlar, belki de bir daha görmeyeceğim. Akşam daha kalabalık olacak, rakı mezeler falan ooh kebap, içmeyi planlıyorum da araştırıyım biraz, ilaçla alkol sevişirler mi vücudumda diye.
Kuzenin arkadaşı geldi, biz ona S. diyelim. S bizi gülmekten öldürüyor resmen, her cümlesinin sonunda gülme garantisi veriyorum o derece.
Hea, bu arada yine can sıkıcı olacak biliyorum ama ilaçla ilgili aktarmam gerekenler var ;
-Daha dengesiz oldum, ne biliyim konuşurken yazarken- etraftakiler öyle diyor.
-Hayatımda umrumda olmayacak durumlar ve ayrıntılar/insanlar resmen işgal etmiş durumda hayatımı
-Ani kararlar alıyorum, ani şekilde uyguluyorum. Çok hızlı değişimler yaşıyorum, böylece bir harp başlamış oluyor kafamda ama hiçbir zaman da yaptığımdan pişman olmadım, mutluyum -facebook, twitter hesaplarımı kapatmak gibi
-Önceden film izlemek için can atan Umut gitti, yerine Bezgin Bekir geldi. Hacı n'oluyo bana yea?!
-Hala dondurma yerken deliriyorum, kendimden geçiyorum, ısırarak yerim ben. En azından burada bir değişim görmüyorum.
-Yemek, daha az yemek daha az yemek, daha çok kola. Çok kola içiyorum, az yemek yiyorum. Yemek yemek önceden vazgeçilmezimken, şimdilerde öff yemesem de olur aç hissetmiyorum amk, şeklinde triplere girebiliyorum.
-Bir an önce üniversiteye gitmem gerek, biliyorum şu satırı okurken attığın bakışı -hevesin kursağında kalacak- gibi bakma lütfen, hevesliyim hevesim de benim değil başkasının kursağında kalsın. Benim hevesim bana da yeter başkasına da.
-Eeaa, birkaç gündür kendisinden haber alamadığım insanlar, olum döverim lan?!
-Bu arada neyin tribinde olduğunu bilmediğim ve bir aydan uzun zamandır görüşmediğim bir arkadaşım var, vay anasını zmxöcnzmöxcnzc12938fuımvxcö -random gülmelerden nefret eden biri
-Uzun yazınca okumuyorsunuz biliyorum, sıkılıyorsunuz hatta falan ama ileride çocuklarım ve torunlarım da sıkılır mı acaba? Blogumu okurken euheue, ben bu gidişle başladığım hangi işi bitirebilirim onu da bilmiyorum hani. Dün ilk defa bir filmi yarım bıraktım, mal gibi tv'de zapladım ya hala orda kaldı aklım ama can sağolsun, Batman Dark Knight vardı, ehe onu da bitiremeden sızdım zaten.

Benden bu kadar, diyeceğim başka da bir şey yok ama yukarıdaki parçayı çok seviyorum, umarım siz de seversiniz. Siz

Pazar, Temmuz 01, 2012

Abaza Değilim Ben, Hepsi Sıcaklar Yüzünden

Dün akşam hareketsiz ama zihinsel olarak yorucu bir gün geçirmeme neden oldu ; 
Sıralamam gerekirse eğer, hatırlamıyorum alskdasd
Komşumuz bizim kablosuz nete anten takıp, interneti paylaşmamızı istiyor. Kabul ettim de ben, konuşamadık henüz. Bağlantı hızım düşmemesi için ne yapabiliri bilmiyorum ama wireless router'lara bakacam onlar da pahalı değildir umarım. Yoksa 60 lira her ay fatura, ödenmiyor.
İşte ondan sonra da donmuş olan facebook hesabımı açmak zorunda kaldım kuzenim için, öf can sıkıcı kapatmadım da hani, gidip tekrar dondurayım da bir ay sonra kapansın euheue!
Akşam da msn'de döndürüyüm muhabbetlerin haddi hesabı yokken, ailece oturduğumuz sırada elimde telefon maruz kaldığım bakışlar rahatsız ediciydi ama sallamadım, kusura bakmayın ailem sohbetiniz çok güzel.
Neyse, içeri geçtik de hep beraber benim elimde yine telefon, püh-kendime tüküreyim de burda- aklıma edeyim. Akşam da bir şey olmuyor tv'de, sıkılıyorum. Annem de şu bebelerin atv'de şarkı söylediği programı izlerken sinir krizi geçirmek üzereydim. Neyse ki uyudu bizimkiler de tvde zaplamaya başladım, Elif Şafak vardı, toplumun şişirdiği yazarlardan biri gibi gelmiştir bana bu yüzden önyargımı yıkmadığım sürece okumayacağım. O da "umut beni oku n'olur?!" demiyordur tabii. Ben daha çok yeraltı edebiyatı, fantastik hikayeler vesaire, o tip diyarlara yelken açayım yeniden. Tarihi romanlar da okuyamıyorum ki Semerkand bit bit, kitap acaip eğlenceli ama o dönemde yaşadığımı düşünüp resmen o anı yaşıyorum, bir avuç çöl kumu ağzıma, burnuma, kulağıma kaçıyor. Sonra da Sabbah'ın fedaileri yolumu kesiyorlar "ne ayaksın olum sen" diye sataşmalar falan. Canım sıkılıyor. Hayyam'ın yerine geçip sevgilisiyle seviştiğimi bilirim -itiraflar itiraflar- bunu görmediğinizi varsayayım.
Gecenin ilerleyen saatlerinde yine tv'deyim, lan ben müzik dinliyim bu saatlerde güzel şeyler oluyy, şeklinde düşünürken önce Inna geldi, sarmadı Inna zaten kadına bakmaktan klibin adını hatırlamıyorum, sonra Shakira geldi ;
İlahi söyleniyor arkaplanda da gökten bir ışık hüzmesi suratımın orta yerine düşüyor gibi hissettim. Geçen yıl "Rabiosa Rabiosa" diye kudurduğumu bilirim sınav sonrası. Bu seferki farklıydı, I'm Addicted to You çalıyordu. Küt saçları, minyon suratı, minik mumuşlarının dezavantajı ile latin kalçalarının artı puan katması dengeliyor resmen. Kardeş(19) geldi işten, ne izliyon olum sen? şeklinde tepki verince. Shakira var la, ne güzel kadın of allah! diyince. Heaa güzel de nasıl Pique ile gider diye sitem ediyordu, eskiden çirkindi de bu zamanlarda daha taş diye yorumlar falan gecenin bir vakti.
Sabah da uyanmak istemiyordum resmen, hava çok sıcak, bize bilmediğimiz bir şey söyle!! diye suratıma tokat indirecekseniz konuşmuyorum ulan! 
Bu sabah aksiyon yok, yılan yok, bir şey yok! 
Takıldım öyle, hea dün bir de Black Keys indirdim de ne biliyim pek sarmadı ilk albüm. Diğerleri de umarım fark yaratır bende. Müzik zevkim sol-sağ şeride girip zikzak çeken sarı lamborghini gibi dengesiz. Bir gün indie oluyor, bir gün folk, bir gün alternative rock, ne oluyor olum bana?! SABİT DURAMIYORUM!!! 
En azından bugün Iron Maiden dinledim uzun zaman sonra ; Prowler, Fear of the Dark, Dont look to the eyes of Stranger, Mother Russia, Clansman... şeklinde gittim. Prowler hep favorimdi, ezbere bildiğim nadir şarkılardan biriydi, hala da öyle :') duygusala da bağladım tabii. 
Sabah da kavanozun içine ev örümceği attım, iki tane. Büyük ihtimalle küçük olan erkek, büyük olan dişiydi. Örümceklerde boyut öyle- Bana mı öğretceaaşsodlkasd ha!? şeklinde asabi yüzümü gösteriyim. 
Beslemeye çalıştık ama yok arkadaş, canlı av istiyorlar. Üzerine atlayıp emmek istiyorlar, içlerine saf azot çekmek istiyorlar. Çabalarımız sonuçsuzdu çünkü ölü böceklere burun kıvırdılar. Bok yesinler, saldım ben dışarı belki kuşlara yem olur orospular!

Bugün biraz karışığım, abaza değilim ben, hepsi sıcaklar yüzünden.
Bir kaç görsel'le bitirelim bu işi! 
ev örümceği-canlı-, sinek-ölü-, arı-ölü-
Nekrofilinin Farklı Türlerde Böcekler Üzerindeki Etkisi'ni araştırıyorum bakalım.
Gülmekten öldürürler.
Çekiç Adam'ı da mobilyayla dövme fikri
Bomba!