Pazar, Ağustos 19, 2012

Madem Üniversiteye Gideceksin -

Madem üniversiteye gideceksin bunları yap-yapma ;
-Güzel arkadaşlıklar kur, kuramazsan da boş ver
-Kendinden çok bahsetme, sessiz sakin bilinmez olmak her zaman +'dır -bence
-Kendinden emin ol
-Siyasete bulaşma, diğer toplumsal saçmalıklar silsilesine de, örgütler, vakıflar, düzenbazlar ve diğerleri
-Sakın sigaraya başlama, öldürürüm olum seni! Kafanı kırarım! Sakın!
-Erasmus'la iki üniversiteden birine git, biri Köln'de. Aklında bulunsun, Köln'e gitme hayalleri kurduğunu biliyordum bu yüzden bunun için gerekirse kıçını yırt!
-Sevebileceğin bir kız bul ya da o seni bulsun aslında bundan bahsetmek saçma geliyor, kader kısmet diyip konuyu kapa.
-Bloga bunun dışında kişisel yazı yazma, yazarsan da adam gibi yaz, üniversiteli oldun ya bir farkın olsun
-Almanca'yı sular seller gibi konuşabilirsin ama grammar'i sakın unutma artikeller önemli kafanı dıp-tıs'layacak olan da artikeller
-Yapabiliyorsan yine Mersin'de Şehir Planlama için uğraş hani, uğraşma demiyorum hobi olarak yine uğraş, biliyorsun puanın kesilecek.
-Derslere asıl, ev deniz kıyısında olabilir, illa her akşam çıkmana da gerek yok biraz edepli ol evde oturmasını bil
-Dolaptan bir viski aşır öyle git euheueh bu en eğlenceli kısmı, çalmak değil ödünç alıyorum. Şaka bir yana istesem verirler mi ki bir şişe ballantines? Ailem? Anne?
-Korun
-Bira içerken foto çekilme, çekilirsen de sosyal ağlara atma atacaksan da... -şahsi görüşüm-
-Cin tonik tadı nasıl acaba diye merak et ama sakın içme
-Ev tutacaksan da sahil kenarı olsun, hep hayalini kurduğun gibi, balkonda oturup artikel öğrenmek denize almanca sövmek gibi hobilerin olsun, denize sövme ama yazık günah hani sen artikellerle kafa yorarken sahil kenarında öpüşenlere küfret almanca-arapça falan,
-Mersin'de arap var, bu yüzden kimin ne olduğunu bilmeden arapça küfretme
-Kuzenle birlikte kalacaksan ve kız arkadaşı da seni kabul ederse reddetme, bir şekilde sosyalleşmen için ilk adım olabilir ya da hiç alakası yoktur hani, dert etme
-Sinema kulübüne kaydol, kaydol dediğim de hani bir şekilde çaktırmadan kulüple ilgilen hani, aktiviteler senin elinden çıkacak hale gelsin -umarım bu kadar zamanın olur
-2013 Akdeniz Oyunlarını kaçırırsan kafanı duvara taşa ve bilimum yere vur,
Sporcularla tanışma fırsatı bulursan da, bişey yapma tanış hani, spor hakkında sohbetler, şakalar.
-Almancayı su gibi konuşan komşun olduğu halde, arapçayı su gibi yazıp okuyan anadili arapça olan komşun olduğu halde insanların müsait olmaması veya farklı sebeplerden sıçmana neden oldukları için, söv elinden bir şey gelmez ama şu arapça işini hallet ki Rusça'yı sıyır aradan.
-Fransızca da seviyorsun ama seçmeli olarak almak eğer zorlayacaksa? Bunu düşünmek için çok zamanın olacak
-Gez, toz gelecek sene ama sakın Almanca'yı öğrenmemezlik etme öyle bir lüksün yok
Almanca bilgisayar oyunu -Unreal Tournament3 ve bilimum bilgisayar oyunlarını Almanca oyna- sevdiğin şeylerle bütünleştir ki, günlük hayatının bir parçası haline gelsin
-Almanya'daki akrabalar, eş, dost kim varsa skype ile bağlantı kur, konuşacak duruma gel en azından, selam artikeller- korkmuyorum la sadece garip geliyor
-Bir daha bu kadar uzatma

Gosford Park -Cinayeti Uşak mı İşledi? Filmi-

Maggie Smith'i çok seven birini tanıyorum, hayran kendisine. Bu filmde hiç konuşmasa bile birşeyler katacağına emindim, gerçekten hayran kalınası oyuncu. Filmin kadrosu çok kalabalık, In the Loop'tan tanıdığım Tom Hollander da filmdeydi, dediğim gibi film kalabalık olduğu için ön plana çıkan kişi de yok, bu hoşuma gitti açıkçası. Harry Potter oyuncularını bu filme mi toplamışlar? Bir yanda Maggie Smith bir yanda Michael Gambon, dediğim gibi kadro sağlam.

Tea at four, dinner at eight, murder at midnight -
Filmin konusuna da değinecek olursam eğer, spoiler vermeden anlatmam gerek ;
Film bir davet ile toplanan zenginlerin ve onlar için hizmet eden alt tabakadaki(bu kelimeden nefret ediyorum) insanların birbiriyle alakalı olan ilginç ilişkilerini anlatıyor. Hizmetçisi olmadan insanların gözünde bir hiç olarak görünen leydi, bir aktör, birkaç lord, bir düzine hizmetçi. Toplanma sebeplerini pek anlamış değilim ama yedikleri yemekler, av partileri ve diğer bütün bu zengin işi olaylar acaba filmden ne çıkacak havası veriyordu.
Hizmetçiler dedikodu yapar, uşaklar ise ortalığı karıştırır. Kural bu. Bambaşka bir dünya, fantastik göründü gözüme 1932'lerde işlenen bir cinayet ve olayların git gide karmaşık hal alması, acaba cinayeti kim işledi? Uşak, hizmetçi, misafir, lord, leydi... Film boyunca değil ama adam öldükten sonra bu sorunun cevabını arayıp birkaç insandan şüphelenmeye başlamanız sonrasında hayal kırıklığı yaşamanız mümkün tabii, yanılacağınız için. Birinin ölmesi acaba sorunları çözer mi ya da sorunların çözülmesi için illa birinin ölmesi mi gerekiyordu?
Bu filmde bol entrika var, arka odalarda dar ve karanlık koridorlarda dönen, filmin cazibesi de burda sanırım ama beni yakalayan noktası cinayet işlendikten sonra karakter analizi yapıp başımı döndüren kalabalıktı.

Yönetmene not: Shortcuts'ı daha önce izlemem gerekirdi, zorunluluk değil ama en azından bu kadar çok karakter ve olayı insanları sıkmadan anlatabilmek, sanırım izlediğim çoğu filmin yönetmeni bunu başardığı için sevdim filmleri yoksa izleyip de yazmadığım birkaç film var ki utanç verici.
Not: Beğenmediğim filmleri ifşa etmemin ve karalamış gibi görünmenin bir anlamı yok "her çirkinin bi alıcısı vardır" gibi saçma sapan bir cümle kurmak istemezdim ama kurallar bu şekilde sanırım.

Sideways -Şarapseverler için Film-

Sideways, harddiskim tamamen silinmeden önce de listemdeydi. Film genel anlamıyla hoş izlenebilir biraz göz atalım bakalım.
Miles adında bir adam, bir roman yazar ve basılması için de yayınevlerine verir. Yazmaktan başka bir tutkusu daha var, şarap. Üniversitede oda arkadaşı olan Jack ise cumartesi günü evlenecektir. Sağdıç tabii ki Miles. 1 haftayı beraber şarap tadıp seyahat ederek geçiren ikilinin başlarına güzel olaylar gelir yol boyunca.
Film genel olarak iyiydi ama malesef üzerine konuşabileceğim ve bakın şurasında çok eğlendim, şu kısmına bayıldım şeklinde anlatamam. Olaylar çok sade kalıyordu, şarapseverler filme bayılacaktır. Ben şarap severim ama tabii param kadar. İçmişliğim pek yoktur, zaten kıro abilerimiz de "karı içkisi" yaftasını yapıştırmışlar sağolsunlar. Evde viski var. Belki bir adet yürütürüm ehe, kardeş görmesin bu yazıyı.
burda Pinot'yu anlatıyor ne güzel kaptırmış :')

Tek etkilendiğim nokta Miles'ın "o gece" Maya'ya Pinot'yu anlatmasıydı, o kadar güzel anlatıyordu ki hayran kalırsın, adam resmen kendinden bahsediyordu. Pinot ile özdeşleşmiş, bu kısım güzeldi.
Seyahat ediyorlardı filmde ama kesinlikle yol filmi değildi, yani otelde kalınır iki kadınla tanışılır ok? de yol filmi değil, sadece şarap kısmı güzeldi. Filmin pek bir beni izle diyen bir tarafı da yoktu hani, izlense de olur izlenmese de. Puan vermeyi sevmem ama sana puanım ters dohuz kanka yani 6.
Filmde Miles adlı karakterin ezikliğine, Jack adlı karakterin ise tam tersi tam bir piç ve kazanova olmasına dikkat çekilmiş. Bu iki zıt karakterin bir araya gelmiş olmaları filmin güzel noktasıydı. Hani seyirciyi yakalamayan ama gene de "izle bak seveceksin" diyen filmler olur ya onun gibi bir filmdi.

Yönetmene not: Konu çok sığ kalmış, karakter de az zaten, hani ok boğmuyor ama kendini izleten bir film değildi buna rağmen sıkılmamış olmam ise? Merak, belki. Verdiği tat güzeldi, ne biliyim.
Kendime not: Sana kendine Pinot gibi hissettirecek kızla evlen. Hatta direkt dudaklarına yapış.

Bu arada yanıldıysam düzeltin ama 107 ödül kazanmış olması? Ben beğenmedim hacı isterse 1000 olsun hitap edemedin Sideways üzgünüm, Miles ezikliğini al git, sürekli ajite ettin amk. Jack sen de illa adamı kazanova yapacan siktir et! Ödülleri görünce neye uğradığımı şaşırdım. Hakketmiyor.

Cumartesi, Ağustos 18, 2012

KAZANDIIIIIIĞĞĞĞMMMM!!!

Selam millet,
Uzun zamandır kişisel yazı yazmıyordum bloğuma ki bu çok kişisel bir tercihti. Film izleye izleye kültür mantarına dönüşen Eşek, dün akşam sularında aldığı haberle neye döndüğünü şaşırdı, nevri döndü, psikotik nevrotik ultrasonik şeyler yaşadı, abartıyorum hiçbiri olmadı.
Dün akşam oldu her şey;
Pastel, twitter'a yazmış AÇIKLAANNDDI diye, ben de 1dk sonra görmüşüm yazdığını. Telefonum çok güzel bişi, öyle güncelliyor ikide bir, ee velhasıl kelam. OSYM sayfası açıldı, kimlik numaram titreyen ellerle girildi, elektrik yeni kesilmişti ve yeni gelmişti. Bizimkiler yeni uykuya dalmıştı, her şey o kadar yeniydi ki, sanki yeni doğan çocuğun vaftiz edilişine şahit oluyormuşum gibiydi. Sayfa ultrahızlı açıldı. Mersin yazısını gördüm, ok ama mütercim tercümanlık almanca! Oha dedim, la olum bir yıldır peyzaj da peyzaj şehir bölge de şehir bölge diyen sen değil misin bu nasıl ilginçlik? dedim kendi kendime. Kalktım yatağımdan, annemin yanına gittim. "Anne, bak" diyorum sakin bir şekilde. "NE? NE OLDU?!" diye panik bizimki. Baktı kazanmışım, açtık ışıkları sarıldık birbirimize. Çok duygusal anlar o anlar, bir de insan düşününce böyle bir bakıyor geriye hani, neyse duygusala bağlamak istiyorum.
Size bir Sayısal öğrencisinin nasıl Tercümanlık kazandığını anlatan yazımı takdim etmekten gurur duyarım.
Not: Birkaç ingilizce deneme çözüldü yarım yamalak, buna rağmen kazandım, benimkisi hobi niyetiyle sınava girmekti. Mühendis olmak istemiyordum oysa Makine mühendisliğine yetiyordu puanım, bu yüzden üzgün değilim. Üzülürsem de şehir planlama için üzülürüm ama neyse ; Buyrun burda MATEMATİK LYS ve YABANCI DİL sınavına girişimi anlatan ultra şapşal yazı.
http://atyarisindakiesek.blogspot.com/2012/06/mut-ter-kardesler.html

Lonely Boy videosu olamayacak gibi, bir de KAZANDDIIIIĞĞM! diye bağırdığım bir video ekleyecektim. Yalancı değilim ben yahu, sadece biraz utangacım.

İzleyicilerime not : Bu zamana kadar dershane yazılarıyla kimilerini çıldırttım kimileri ise hep yanımdaydı, hala yanımdalar. Bir teşekkürü borç bilirim. Teşekkürler :')

Cuma, Ağustos 17, 2012

District 9 - Klasik Uzaylı Filmi Değil -

Dramatik filmlerden sıyrılıp kendimi bilimkurgunun serin sularına atmış bulunuyorum. District 9 -9. Bölge-'den bahsedeyim biraz, hem işim ne?
Konu olarak şöyle;
28 yıl önce gezegenimize inen uzay gemisi, kendisi küçük gezegen bile sayılabilir, beraberinde bize birkaç milyon misafir getirmiştir. 80s ah ulen 80s! dedirtti film, aktivistler ve bilimum insanlar ayaklandı ve uzaylıların "insanca" muameleme görmesi için elinden geleni yaptı. İnsanlardan uzak bir yerde küçük bir misafirhane niyetiyle, küçük bir şehir inşaa edildi ve sevgili karidesler filmdeki adlar "prawns" çeteler tarafından baskı altında tutulup, son teknoloji silahları ve diğer uzaylı teknolojileri ellerinden alında. Bu bölgeyi kontrol altına almak ve uzaylıları tahliye etmek için görevlendirilmiş olan Van der Merwe, burada pek hoş şeylerin dönmediğine şahit olur ve Christopher adındaki karidese bağımlı hale gelir. Nasıl geldi? Kim getirdi? Devamı için filmi izleyin, isterseniz anlatırım hani, şaka. Wikus Christopher'ın 20 yılda damıttığı 1 damla boğma uzaylı rakısını ziyan eder üzerine döker, bu rakı Wikus'u öyle bir çarpar ki tırnakları ve çeşitli dokuları dökülür. İyileşmek için Christopher'a bağımlıdır artık, Christopher da tüpün yerini bilen Wikus'a bağlı. Gemiyi uçurup lanet olası gezegenimizden gitmek için tabii ki, baktılar buralar iyice boka sardı adamlar kaçmak için denemedik yol bırakmadılar, pardon karidesler.
Filmden not: Bu kadar dalgaya aldığıma bakmayın, filmi Karidesler-İnsanlar ikileminden kurtarıp, mülteci hayatına ve "eğer sen evinden çok uzak bir yerde olsaydın, başının çaresine nasıl bakardın?" sorusunu yönelten bir film. Ben kesin kötü yola düşerdim, kötü yol dediğimiz illa? Yok oralar değil, mafyanın eline, hapse veya bir çetenin eline düşüp ondan sonra elebaşı olurdum. Ah ulen ah, aksiyonumu, hayalgücümü seveyim ben. Film bir de, vicdanı karides üzerinden sorgulamamıza neden oluyor aslında. Christopher 20 yıl boyunca dünyamızda başıboş gezmedi onun da bir ailesi var, ailesi için de canını tehlikeye atıyor ve aslında hem kendini hem de kolonisini yani kendi türünden olanların da hayatlarını riske atıyordu, bu kısmı çok saçma -kurşunlar üzerinize geliyor ve siz bir karidessiniz(dettay vermek istemiyorum) Wikus da bağırıyor uzaktan "oğlunu düşün Chris!" diye, oha karides hemen titreyip kendine geliyor. Yapma be yönetmenim ya! Bir de Wikus'un mala bağladığı, "bombalar içeri atılıyor, Wikus malı robota öyle bakıyor" Ah Wikus ah, film boyunca ömrümü yedin ulan!
Saçma olmayan ama güzel gönderme yapan nokta ise Wikus'un peşine düşen insanların Wikus'a bok atma yöntemleri. Adamın bir karidesle ilişkiye girdiği iddia edilen bir fotoğrafı döner televizyonda, siyasetçileri de bitirmenin yöntemlerinden değil midir, ahlak, etik? Dediğim gibi karides üzerinden ahlak-etik-vicdan gibi günlük hayatta karşılaşıp "ben olsam aynısını yapardım" mottosunu filmin bir köşesine iliştirmişler.
3 yıl sonra mı? amokachi be Wikus, dayan be oğlum, bu demek oluyor ki? Devam filmi mesajı uuh! 
Bakmayın öyle eleştirdiğimde, sonlara doğru resmen heyecan dorukta izledim filmi. Kopma olmadan, bol aksiyonlu, patlamalı, insan patlamaları dahil buna, basbayağı kanlı falan.
Not: Film bana Rec(2007)'yi hatırlattı, kamera düşüyor, ordan oraya savrulan kameraman hissi, bütün bunlar kendinizi filmin içindeymiş gibi hissetmenize neden oluyor. Şahsen bu filmde çok güzel kullanılmış, filmin hepsi handycam hissi vermiyor tabii sadece bazı sahneler.
Not2: Klasik uzaylı filmi değil dedim ya, klasik aslında yalan söyledim. Ufo diyebileceğimiz uzay gemisinden yayılan ışık evet o gerçekten uzaylı teknolojisi millet. Öyle çekiyor etraftaki cisimleri geminin içine.

Good Bye Lenin!

Good Bye Lenin, politik dram, en azından siyasi olaylar üzerinden giderek içimizi burkan, burnumuza kaçan kola asidi gibi yakan bir film. Öyle ki konusuna değinmem gerek, hakkında pek bir söz bırakmıyor aslında, üzerine konuşulacak filmlerden ama öyle garip bir his bırakıyor. Sanırım ben hala +7 yaş sınırını aşamadım, filmler çocuklar üzerinde olumsuz etki bırakabilir ibaresini görünce üzerime alınır oldum. Bu film de öyle bir filmdi işte.

Konu: Alex adındaki genç, idealist ve sosyalist annesinin kalp krizi geçirmesinden sonra annesinin komada kaldığı süre boyunca değişen Almanya'dan haberinin olmaması için inanılmaz çaba sarf eder. Bu öyle bir noktaya gelir ki kendi Tv Yayınını bile yapacak duruma gelir, çöpten turşu kavanozu aramaya aklınıza gelebilecek garip olaylar işte. Arada komik olaylar olsa da   filmde dramatik bir hava hakimdi. Film boyunca Berlin Duvarı'nın yıkılması, Almanya milli takımının dünya kupasını alması gibi olaylara da şahit olabiliyoruz.


Kendime not: İdeallerin uğruna bazı şeylerden vazgeçeceksen; bu vazgeçilecekler listesinde ailen olmasın.

L'illusionniste

"Sihirbaz diye bir şey yoktur."
Ben sihirbaz değilim, ilizyonistim.
Gibi mesajlarla gönlümü kazanan, sıcak, komik ama sıkıcı bir filmdi. 1 saat sürmesine rağmen geçmek bilmedi o bir saat. Dialogsuz olmasına rağmen izlenir ama sevemedim.



Perşembe, Ağustos 16, 2012

La Haine -Sistem Karşıtlığı ile İlgili Film-


"Bu film, çekimi sırasında ölen insanlara adanmıştır."

Bir grup gencin sisteme olan tepkilerini anlatan filmin konusu kısaca; 
Filmden -Sizi katiller bizde sadece taş var, bizi öldürmesi kolay, şeklinde başlar -Çeviri için raskolnikov'a teşekkürler-

Abdel adındaki genç polis tarafından öldüresiye dövülür ve hastaneye kaldırılır. Polislerden biri silahını banliyöde düşürmüştür. Silahı Abdel'in arkadaşı Vinz bulur ve Abdel öldüğü takdirde bir polisin canını alacağına yemin eder. Hubert, Sayid ve Vinz'in sistem içindeki düşüşünü ağır ağır ama merakla izleten, beklenmeyen finaliyle ise insanı dehşete düşüren, hay anasını!-şeklinde dehşete düşülüyor- bir film.
İzlediğim için pişman değilim, güzel mesajlar da filmin içine eklenmiş -sübliminal?- evet bunlardan bir kaçı ;

 Adamın biri 50. kattan aşağı düşüyormuş her bir kat geçtiğinde: "şimdiye kadar her şey yolunda" diyormuş. Önemli olan düşüş değildir, yere iniştir. -Bir olaya veya işe başlayacağınız zaman şu an ne yaptığınız önemli değil, önemli olanın sonuç olduğunu vurgulamış ve Hubert'in Vinz'i bir polisi vurmaması konusunda ikna çabasının ise temel taşlarından biri olmuştur bu hikaye.
Gelecek Sizsiniz -L'Avenir cest nous- yazısı görülür.
Le Monde est a vous -Dünya Sizin- yazısı da filmin bir iki yerinde görülüyor, sonlara doğru Sayid elindeki sprey tüpüyle "vous" kelimesindeki "v"yi silerek onun yerine "n" yazar, bu şekilde de mesaj Dünya Bizim'e dönüşür ki, Yevgeni Zamyatin'in "Biz" romanında ise tam tersi bireysellikten kopup teknolojiye ve devlete bağımlılık anlatılıyordu. Burda mesajın "Siz"den "Biz"e dönüşümü anlattığım şekilde bir dönüşüm değil gibi görünüyordu filmde.
Tuvaletteki adamın hikayesi de çok güzeldi, bunu da anlatmıyım izleyin en iyisi, adamın dediği bir cümle "Tanrıya inanıyor musunuz? Yanlış bir soru. Doğru olan ise Tanrı bize inanıyor mu?" vay anasını!
İşte böyle bir filmdi.
Oyunculuk konusunda ise elimizde bir adet Vincent Cassel var ama tek başına bir şey ifade etmiyor tabii, Hubert ve Said olmadan bir hiçsin adamım! Tabii ki denge önemli, yoksa ben şu oyuncuya bilmem kaç milyon dolar vereyim de film acaip hasılat yapsın mantığı da yoktu zaten, seviyorum
mesaj vermeye çalışıyordu gayet güzel de verdi mesajını son sahnesiyle.
17 yıl önce çekilen film canım ülkemin 2012'deki durumunu anlatıyor da "bakın, gelecekte bu hallere düşeceksiniz, polisler, ölen gençler-ölen polisler, taş atan çocuklar ve diğerleri..." yapmayın etmeyin demiş film.
Uzattım.

Bu arada sınav yarın açıklanabilir ama yarın da film izlicem tabii! Bir sınav sonuç yazısı, bir de mim benzeri çocukluğunda ne kadar hınzırdın yazısı bir de... şaka yazarım bir şeyler, özlediniz mi gençlik kişisel yazılarımı? 

Çarşamba, Ağustos 15, 2012

This is England -SAVAŞ KARŞITI, ANTI-RACHIST FILM-

Konu: Dostluk, savaş, ırkçılık, sahip olduklarımız, kaybettiklerimiz ; bunlar kelime olarak bir kaç şey ifade ediyor aslında yeterince şey ifade edebiliyorlar, tek başlarına bile anlamlılar. Biraz da içindekiler kısmından sıyrılıp gerçek konudan bahsedeyim ; Shaun adında bir çocuk, okulda itilip kakılır, dalga geçilir, okuldaki kötü bir gününden sonra Woody ve arkadaşlarıyla karşılaşır. Dost canlısı insanlar yaşça Shaun'dan büyük olsalar da genç arkadaşımızı kanatları arasına alırlar. Woody'i kendileri gibi giydirirler -skinhead- dazlak saç modeli, çeteye hoş geldin Shaun! Müthiş bir dostluk ve bağ oluşur bu grupla arasında, fakat Combo hapisten yeni çıkmıştır ve Shaun'u en zayıf noktasından, askerde kaybettiği babasından, vurur ve olaylar inanılmaz bir hal alır.
Yönetmene not: Irkçılığı bu kadar sıcak bir filmle anlatabilmek, tek kelimeyle inanılmaz. Filmin ilk 20 dk'sında gülüp eğlenirken ondan sonrasında ise "topla kendini eğlenmeye gelmedik, burada ciddi bir konuyu tartışıyoruz" havası esmeye başlarken denge inanılmaz bir şekilde sarsıldı. Şahsen kendi fikrim, ben inanılmaz sarsıldım, duygulandım, ağlayacak noktaya getirdi.
Film Little Miss Sunshine'dan sonra izlediğim en sıcak filmdi; mesajını gidilmesi gereken yere de ulaştırabilmeyi başarıyor, bunu da bize  savaşın çocuklar veya yetişkinler üzerindeki etkilerini, ırkçılığı, dostluğu, basit ama bir o kadar da uçuk karakterlerle , kafa karıştırmadan, kesinlikle filmden koparmadan anlattı.

Ben savaş karşıtıyım, bazı insanların pis politikalarına alet olan genç insanlar plastik torbalarda ailelerine gönderilmelerine, bir çerçevenin içinde bayrakla gönül avutmalarına ve diğer bütün lanet olası siyasi propagandalara karşıyım ; bu yüzden param olsaydı  askere gitmezdim, üzgün de değilim fakat para yerine fiziksel ve ruhsal anlamda kendimi askere gidebilecek durumda görmüyorum öyle olmasa dahi gitmezdim. Bu benim kendi fikrim. Filmden veya ordan burdan etkilenerek de konuşmuyorum, ha film etkilemişse yönetmen çok da güzel başarmış, tebrikler iyi seyirler.

Bu arada Hair(1979)-film incelemesi alt paragraf-'da da vietnam savaşını bir grup hippie'nin gözünden anlatıp muhteşem ve bir o kadar da "keşke olmasaydı" dedirten finaliyle, dostluğun anlamını, savaşın lanet bir şey olduğunu çok da güzel anlatan bir filmdi. Müzikal sevmiyor olsanız bile izleyin.
http://www.andycarrington.co.uk/#/this-is-england/4530413604 teşekkürler -

Following -Ters Köşe Film-

Bir Christopher Nolan filmi. Ayrıca Nolan'ın ilk uzun metraj filmi.
Konuya gelecek olursak;
Sürekli insanları takip edip onlardan yeni yazacağı hikaye için birkaç konu toplamaya çalışan bir adam, bir gün onca insan arasından rastgele seçtiği Cobb'la tanışır. Cobb hırsızlık yapıyordur ve bunu para için değil, aksiyon ve adrenalin için yaptığını iddaa ediyor tabii. Bill, Cobb'la tanıştıktan sonra hayatı monotonluğundan kurtulacak ve bambaşka bir ray üzerinde yol almaya başlayacak.
Kendime not: Asla bir hırsızla arkadaş olma, bunu aksiyon ve adrenalin için yaptığını söyleyip sempatik görünmeye çalışsa bile.
Filmden not: Cobb aslında insanların değerli eşyalarını değil, anılarını ve geçmişlerini çalıyordu. Bunu da kendince : Aslında sahip oldukları şeylerin farkına varmalarını sağlıyorum, bazı şeyleri alıyorum ama sahip oldukları şeyleri de fark etmelerini sağlıyorum, şeklinde açıklar.

Following oyuncularıyla, yönetmeniyle-senaristiyle*aynı kişiler, tamamen acemi filmi ama kesinlikle bunu hissettirmiyorlar. Acemilikten kasıt, ilk film olmasıydı. Sağlam senaryosu ile geleceği parlak bir yönetmenin piyasaya atıldığı sinyallerini vermiş zamanında.