Cumartesi, Kasım 01, 2014

Ruh Çekilmesi

Ruhu çekilmiş...

Başlamadan önce, ruh çekilmesine deyinmek istiyorum siz saygıdeğer ve çok muhterem...ölüler.
Ölürken siz, ruhunuz çekildi bedenlerinizden; peki ya yaşarken mıncıklanan ruhlar? Yani demek istediğim, biz faniler yaşarlarken gündelik hayatın saçmalıklarına anlam ararken, bir de ruhumuzun mıncıklanmasına nasıl engel olalım? Gerçi şöyle de bi' şey var, o kadar mıncıklandık ki, mıncıklanma eşiğimiz o kadar yükseldi ki, öldükten sonra ruhumuzun çekilmesi, kıl-tereyağı ilişkisine döneceğinden, ölüm simülasyonuna 23 yıldır gönüllü birey olarak katıldığımdan, hatta arada kobay olarak yaşamıma ara verdiğimden -yaşamıma ara verdim, fani yaşama- bütün bu olanlar, yaşananlar, tuhaf geliyor. Kendimi Übermensch-Üst insan olarak mı görüyorum, yoksa zayıflıklarıma bir kılıf uydurmak için mi böyle bi kaçış yolu buluyorum, bilmiyorum. Topuğundan vurulan Aşil gibi hissediyorum, gün gelecek ve ZBAAAAM! topuğumdan vurulacağım ben de, ama o an gelene kadar kral benim, en büyük benim, en güçlü benim...akşam eve döndüğümde ise maskemi düşürüp ya da taktığım ne kadar zımbırtı varsa bana ait olmayan, hepsini söküp atıp kendimle baş başa kalıyorum. İşin kötü tarafı ise, ya bir gün eve dönerim ve söküp attığım her şey bi anda 'ben' olmuşlarsa, bana dönüşmüşlerse, ve ben onlar olmadan bi hiçsem? Bi hiç olarak devam edemem, edemez insan.

Seviş, geçer...demişti bi dost, o da yok artık. Gitti, öylece gitti anlam veremediğim bi şekilde gitti. Kimsenin kimseye ihtiyacı olmadığını bildiği için gitti, yani onu tanıdığım kadarıyla, ya da hiç tanıyamamışım. Gitsindi, çünkü şimdi daha mutlu, sanırım, lanet olsun! emin olamıyorum.
Yalnız olmaya alışıktı o; ben mağarama o ise karanlığa geri döndü.

Birileriyle tanıştım, biri gitti...biri kaldı.
İşin güzel tarafı vardı, güzellikleri vardı. Ama şimdi zor olan kısımdayız, atlatırsak eğer, Fuji dağının zirvesine tırmandıktan sonra kanatlanıp ilahi bi aşkla uçuyor olacağız. Yani, bu aşkın sıradan bi aşk olmasına imkan yoktu. Ya da ortada aşk var mıydı? Ondan bile emin değilim, öyle ki, hasar almamak için zırh giydim sayın Hakim, buz gibi zırh tenime, aşkın yakıcı temasları yerine değiyordu. Bu yüzden hissizleştim, bu yüzden bana ''Emin olamıyorum, ne hissettiğimden, hissetmem gerektiğinden...'' emin olamıyordu, haklıydı, ben onun sıcak dokunuşları yerine, zırhı tercih etmiştim, beynimi de sıkıştırıp çıplak ellerimle çilekli-kondomun içine doldurmuştum. Şimdi daha mutluydum, ama daha hissiz. Siberadamdım, sibernetik organizmaydım belki de. Bildiğim tek şey, kırbaçladığım hayvani dürtülerim, kırbaca o kadar alıştılar ki, bdsm fantezisi olarak kullanmaya başladılar bunu. En azında içimde bi yerde, bi hayvan bile bu zoraki durumdan nasıl keyif alacağının yolunu bulmuştu. Öğreneceğim çok şey vardı, kendimden, yani hayvanlarımdan...
Pazartesi haftanın ilk günüdür. Benim hayatımın ise dönüm noktası olacak gibi görünüyor.

Pazartesi, Ekim 06, 2014



Tamamen boş...
İçi, dışı; önü, arkası...sobe! Saklanmayan ebe.
Boyutlarından kurtulmuş bir parçacık gibi,
              ilahi bi parçacık.
Sonsuzluğa doymak için kıpraşan,
              sonsuza yaklaşmaktan bir an olsun bile korkmayan,
              savrulan bir parçacık.
Savruldukça boyut kazanan, var olan, var olmayı başaran;
Tanrı'nın ve ona yakın olan diğer var olmaya çabalayanların yanında.

Çarşamba, Eylül 10, 2014

life is so cruel


...life is so gay

Uzun zaman önce, çok uzun zaman. Bir taslak bırakmışım ardımda, 30.05.14 tarihli. Neredeyse 4 ay... 

Mayıs önemliydi benim için, şu an eğer içinde bulunduğum bedene bir gram saygım varsa Mayıs sayesinde var. Kendime bile anlatamazken, insanlara anlattım. Çok yakınlara, çok uzaklara, hepsine. 
Alkolle kafayı bulup sokakta hunharca öpüştüğüm kadından da bahsettim. Tanışıyorduk. Şimdi ise öpüşüyorduk. Dünyanın en saçma anını yaşarken ben, bakterilerimiz taşınırken, dillerimiz kırbaç gibi döğüşürken, dişleri dudaklarımı bulmuştu. Neler hissettiğimi anlatamam, hele burada hiç. Neyse ki o sızdı, kustu...ben de. Hayatımın en zor anıymış gibiydi, suçluluk da vardı. Ama en kötüsüydü. 

Hazirandan nefret ettim. 3 hafta boyunca köpek gibi çalıştım bi' hastanede. Karşılığında aldığım ise, illegal yollarla dolandırılan insanlar, iş etiğinden nasibini almamış doktorlar-hemşireler-temizlik görevlileri-sekreterler, en dibinden en yükseğe herkes birbirinden lanetti. Sessiz de kalmak zorundaydım, kaldım. Eğlendiğim zamanlar da oldu tabii ki, yeni insanlarla tanıştım...of lanet olsun yeni insanlara istemiyorum yeni insan tanımak, sevmek...çok kızgınım, üzgünüm. Oysa 4 ay önce sevgi dolu bi adamdım ben, çok değiştim. İyi de değiştim kötü de, boktan da, saçma sapan bi adam oldum çıktım belki de, kendimden nefret etmiştim hatta ama şu an kendime saygı duyuyorum. Nasıl bi seviyeye geldiğimi görmek açısında bu keskin dönüş, bu hadsiz ayrılış ve kabuğa çekilmeler iyi geldi aslında. 
-bir örümcek eşlik ediyor, ağını yeni ördü, sanırım tavandan indi de izlemeye koyuldu beni. Laptop'ın sağ tarafında havada asılı kalmış- 

Temmuz, işten ayrıldığım ay. Neden işe güce endeksliydim ki ben bu sene? Hep parasızlık, hep alınacaklar listesi yüzündendi. Alınca mutlu olacağıma inandığım şeyler yüzündendi. Ah, kapitalizm. Gözümüz kör olmuş resmen. Alamadım. Mutlu da olamadım. Mutlu olamadım ve sonra geri döndüm memlekete. Memlekette iyice bi kötü oldum, nefret ettim. Toprağına ayak bastığım ilk andan beri nefret ettim, havasını soluduğum ilk andan itibaren! Beni kötü şeylerin bekliyor olduğunu hissediyordum çünkü. Ve öyle de oldu. Ailemi bırakın destek olmayı, işten ayrılmam konusunda beni suçlu görmeleri bardağın son damlasının taşmasına değil buharlaşmasına neden olmuştu. Ailemize kuraklık hakimdi, içimizi serinletecek tek bi damla kalmamıştı. Eskisi gibi konuşulmuyor, atlatılan bunca şey tek çırpıda unutuluyor, üstüne bi de yaşanan yeni zorluklar da eklenince...ve bundan bile sorumlu tutulunca ben. ÇILDIRDIM! 

Ağustos, sabır ayıydı. Biterdi çünkü, Eylül sabırsız bi erken doğandı. Ağustos'u zorlardı ve gelirdi.
Ev tutmam gerekiyordu, kazandığım birkaç kuruş da eriyip gitmişti. Elde sadece bir aylık kira vardı. Saçma sapan bir sebepten ötürü, bahanelerle benle ev arkadaşı olmayı reddeden eski ev arkadaşım. Durduk yere böyle bir haberle gelince, sarsıldım açıkçası. İnternetten ev ve ev arkadaşı aramaya başladım. Çeşit çeşit insan, sapıklar, aptallar, ve sadece yalnız olanlar. Sadece yalnız olanlardan birine denk geldim, ilanı gayet açık ve espriliydi, tahammül edemediği iki şeyin ''batak masaları ve beyaz atletliler'' olduğunu yazmıştı alaycı bi dille. İrtibata geçtim, Facebook iyiydi. Arkadaş olarak ekledim, profilinde gezindim. Ortalama müzik, ortalama film, kitap yok ya da yazmamış. Paylaşım hiç yok veya kaldırılmış. Fotoğraf toplam 3 veya 5 adet, onlar da etiketlenen. Evi görmeye gittim memleketten otobüse atlayıp. Özlemişim şehri. Yabancı gibi hissettim kendimi, sırtımda sırt çantası elimde telefon navigasyon açık. Evin adresini vermişti. Evi de bulmuştum sonunda. Neden evden bahsediyorum ki o kadar? Yaz boyunca beni en çok mutlu eden şey buydu da ondan! Evi gördüm, adamla tanıştım. Ev güzeldi. Her şey güzeldi, eşyalar, düzen. Evin enerjisi hoşuma gitmişti, tamam tutuyorum dedim senin için de bi sakıncası yoksa. Ve evde geçirdiğim 2 hafta. 

1. Hafta; 
Ortama yabancılık, rahat rahat uzanamıyorum bile. Kişiliğimden dolayı, genelde max 10 gün sürer alışma sürecim. Neresi olursa olsun fark etmez. Bir de kişiyle geçirilen zaman da önemli tabii. Eve gelen giden, tanımadığım yüzler hep. Bir de adam öğrenci değil, ev arkadaşım yani. Ona kısa Evark diyelim, ev.ark. bir memur. Çalışan bi adam. Bu da tuhaf bi durumdu. Daha önce öyle bi şey başıma gelmemişti. Yani hep benim gibi öğrencilerle birlikte yaşadım. Fark yok. Yani şimdilik. 

-Tabii ben bu arada en yakın arkadaşımla hasret gideriyordum, evde çok da durmuyordum- 

2. Hafta
Tuhaflıklar haftası, artık birbirimizi tanıyor gibiydik. Yani yüzeysel olarak. Daha önceki ev arkadaşı geldi ziyaretine, o adamla hemşeri çıktık, iyi mi? İyi adamdır diyorlardı hep. Ev arkadaşım iyi adamdı, peki ben ona göre ne kadar 'iyi adam'dım. Önceki ev arkadaşının GBT sine baktırmış, benimkine baktırmamış, öyle söyledi. Mülayim tipmişim ben, gerçekten de öyleyim aslında. Yani karıncaya bile zarar vermeyecek adamım, ama üvey amcamın kafasında rakı bardağı patlatabiliyorum. Manyağım yani, ama içimde hep. Bu arada hakediyordu. 
Benim memlekete dönüş için gelen ısrarlara katlanamamam ve babamın yurtdışına dönecek olması. Parasızlık...dönmeme neden oldu. 

1 haftadır memleketteyim. Yakında dönüyorum, evime, gerçek olana veya bana ait olana, bilmiyorum nasıl tanımlamam gerektiğini bile bilmiyorum. 

Salı, Mayıs 27, 2014

Miles Miles Smiles

Yok Öyle Kararlı Şeyler - 34, eksi 1


Selamlar,

bloğumla arama mesafeler girdiği her zaman buraya,
'kaçgündüryoktum?' sorusuna cevapla bir giriş yapıyordum, artık yapmıyorum.

Son zamanlarda anlam veremedim bazı olaylara, durumlara, gülüşlere, duygulara
Elimde olmayan sebeplerden dolayı öyleydi,
Zaten elimde olmayan sebepler hiç elimde olmadılar.

Öl,            
Boğul,
Çırpın,
Okyanusa atla.

Bazı şeyler çok tesadüf, çok olmamalı, çok olmasaydı, ama iyi ki de oldu yoksa
nereden bilebilirdim ki? ha? hayır, öyle bir şey değil ki! tabii değil, hayır hayır
cidden bak, güzel ama.

olmalı mı olmamalı mı yoksa hiç değişmemeli mi ama ben değişmezsem ben olamam ki

hayat zor, ben zor, sen zor, herkes zor, her şey zor, şeyler bile zorsa dursun dünya yansın

Okyanusta Kraken var, savaşırım, yenilirim.

Dev mürekkep balıkları, yengeçler...
Ama çağımızın en büyük ve en vahşi yaratığı para ve mesafeler...


Cumartesi, Mayıs 03, 2014

KAFA

Selam,
Kendimi sevdiğimi tek zaman, yazdığım zaman.
Bu yüzden terk etmedim hala da buraları, dayanamam yoksa, yağlı ilmeği bileklerime dolar,
ellerimi idam ederdim.
Bu ara biraz garibim, hissetmeyi öğrendiğim için
Sevmekten korktuğum için,
Alıştım platoniklerime, onlar da bana alışmışlardır umarım,
Farkıma varamadıkları için alışmışlardır. Hayatlarında hiçbir değişikliğe neden olmadığım için.
Kötü haber aldım, aldık, aldılar...
Hep beraber üzüldük, gerçi ben geç gittiğim için benden önce üzülmüşlerdi.
Ben sonradan üzüldüm, bana bu kötülüğü yaptılar, bensiz üzüldüler. Ben geldiğimde üzülmeye devam ettiler,
iyi ki bensiz başladınız, dedim içimden, dayanamazdım yoksa.
Saydım içimden, 1, 2, 3...rakamlara anlamlar yükledim, küfürler, ağız dolusu, neden bu kadardım, daha fazla değil? diye. Kendime sövdüm, ondan sonra da hiç kimseye, zamana, mekana, şansa, ne kadar soyut şey varsa. Ha, diceksin ki, zaman somuttur, diye. Değil işte, bence değil, bence Hikmet Teyze için de değil.
O dantel örerken geçer zaman, önemi yoktur bu yüzden, somut-soyut.
Nereden nereye geldim ben? Neredeydim? Hiçbir fikrim yokken. Oysa insan nerede durduğunu bilmeli,
ne bileyim, durmalı sadece belki de, ben burada değilim, ben hiç var olmadım, ben hiç burada değildim, beni sizler var ettiniz, ama yok olmam için gereken şifre kombinasyonu içimde bi yerde, kendimi bi tek ben yok edebilirim, o da sadece otobiyografim tamamlandıktan sonra mümkün olabilir, dedi insan.
Neden böyle bir şeye ihtiyaç duyar ki? Daha doğru dürüst sevmemişken, nefesini hissedememişken neden o sıkıcı hikayeyi anlatmak ister ki durmadan? Bu onun lanetiydi, bununla mühürlendi dili, sonsuza dek o lanet hikayeyi anlatmak, her zorluk karşısında o lanet hikayeyi bi piyon gibi öne sürmek, belki de en kolayı.
Sevemiyorum, çünkü...
Aşık olamıyorum, çünkü...
Sebep sonuç giriş gelişme, sonuçla başladı hikaye, girişemedi, gelişemedi, tutunamadı rahmine kadının, öldü böylece, ne kadın fark etti gittiğini, ne de zaman, gitti öylece.

Pazar, Nisan 27, 2014

Antalya vs Almanya, ve kazanan sol köşede!!!

Merhaba insanoğlu!
Bugünlerde neyim pek bilmiyorum ama insan değilim.
Tanımlanamayan bir cisim yaklaşıyor kaptan rogar!
Yaklaşanından değil de uzak duranındanım bugünlerde, bu daha güzel
daha eğlenceli, aşk meşk benden uzak ben de ondan, zaten aşkı anlayacaksın da
meşki kalacak bi de ona enerji harca, yok arkadaş...
Ha neden geldim?
Bugünlerde hadi yine iyiyim, notlarım beklediğim gibi, sorunlarım beklediğim kadar çözümsüz.
Ama yeni gelişmeler var, Almanya'ya gidememenin yasını tuttum 40'ının helvası da dağıtıldı,
böcekler de canına okudular cesedin, ben 3 fatiha okudum bitti, buraya kadarmış.
Almanya olmadı ya, otel de olmamıştı, Alman Hastahanesinde çevirmenlik yapıyorum,
yani ilk iş tecrübemin yanında bir de para kazanıyor olmanın dayanılmaz hazzını da tattıktan,
Antalyanın çılgın turist kalabalığı sokaklarına kusmadan da dönmem! İçmeyi ve kusmayı planlıyorum,
derler eskiler götüyle içiyor diye, denicem.
Provalar inanılmaz eğlenceli geçiyor, tiyatro ayrı, Hastane için de çalışıyoruz tabii zorluklarını vesaire
prova ediyoruz anlayacağın, güzel şeyler oluyor, olmaya da devam etsin.
Fastfood ve dondurma doymuşluğunun rehavetiyle yazdım, az anlattım bu yüzden.
Hadi gittim.

Perşembe, Nisan 03, 2014

Uyandirdilar

Kendimi kaybetmek üzereyken; kaldirimda duran ve hemen dibindeki su birikintisinin üstünden hizlica gecen üstü acik 1976 Chevrolet Impala'ya söven bi adam gördüm, ufak tefek, saci yagli, yikamadigindan yagli, yoksa kurudur o saman sapi gibi, sakal desen sakal demeye bin sahit, minik tüycükler, eli yüzü düzgün cocuk, sövdü ama, dünyada sövecek son adam o'ydu belki de. 7 uyurlarin sonuncusuydu sanki, o en son uyanandi ve bu uykudan uyanmasina da su birikintisi neden oldu, sehrin pisligiyle kivami artmis, kokusmus, belki de pezevenklerin tükürügüyle, hayat kadinlarinin gözyaslari katilmistir bu pislik cümbüsüne. Artik o'nun üstündeler, kirlettiler ve uyandirdilar!

Cuma, Mart 28, 2014

I'm cuming in my brain.


Selam,
Quiet Riot – Cum on feel the noise –ev sahibime ve komsularima gelsin-
Bugünlerde çok boktanım, aaa, anlatmıştım zaten değil mi?
Vize haftası ya hani işte o yüzden,
Biriktirdiklerim vardı, biriktiler ve bana kabardılar.
Falımda çıkan kabarık şeyler, sınavlarımmış meğer.
Okula gitmeme kararı aldım bu hafta, iyi de yaptım aslında,
Ben çok çılgın bi insanım, öylesine.
Öyle şeyler olmuyor ki hayatımda, keşke olsalar dediğim,
Sonra düşününce, saçmalama oğlum, diyorum kendime,
Aklından bile geçirme, dedim. Bunlar hep telkin bunlar hep hipnoz
Sahi hipnoz demişken bugünlerde neden böyleyim bilmiyorum ama çok saçmayım
Hipnoz da saçma, inanmadığınız sürece Tanrı bile size tavuk taklidi yaptıramaz,
Tamam tamam çok sığ oldu ama temelinde inanmak var,
Ben inanmıyorum, heyecanlanıyorum, inanmadığım şeyler beni heyecanlandırıyor
Mesela aşk gibi,
Aşk denilen şeyin sadece ıslanmak olduğunu düşünen insanlar,
Lütfen, düşünmeyi bırakın, böylece insan olmayı da bırakmış ve Afrika’nın savanlarında
Pek sevimli olmayan hayvanlarla uğraşmaktan, uçkurunuzu da düşünmüyor olacaksınız.
Meselaaaaa meselaaa mesela misal veriyorum, hadi hep beraber örnek verelim/gösterelim;
Komşunun oğlunu/kızını örnek gösterelim, Türkiye 235.si olan kuzeninizi de, ya da üniversiteyi dereceyle tamamlayıp KPSS KPDS ALES ve diğer bilimum sınavlarda kasan abinizi ablanızı da…
Örnek dediğimiz şey; olmak istediğimiz değil oldurmak istedikleri…
Ben olamadım, sen de olamadın tabii, şimdi de şöyle bi şey var “aşık ol” diyorlar
Ben de “oha” diyorum, olamam.
Allah-u Ekber! Diye çığlık atasım geldi, Battery – Megadeth Metallica Cover arka planda çalarken.
Her şey bu kadar basitken, düşünsene sınavlardan bahsederken bir anda kendimi aşkın saçmalıklarına kapılmış bulmam? Ben başka şeylere aşık olabilirim de, insanlara hayır, insanları sevebilirim sadece
Ehiehie sevgi de aşka dönüşür, bak ne güzel ne basit mantık değil mi?
Boka da dönüşüyor aşk, sonra senin boka dönen aşkına, önceleri ota konan başka bir aşk konuyor.
Sinek misali, bok var bok hep var… Sinek ayırt etmez, aşk ayırt etmez.
Biraz da kendimden bahsedip de egomun nerelerde olduğunu görmek isterim aslında,
Görünmezlik pelerinini kaldırdığında gördüğüm manzaraya ne ben dayanabildim ne de yürek dayanır
Ego’m maymuna dönmüş resmen, kendim maymuna döndüm.
Kediydim ben, insanlar gibi “maymundan mı geldik?” sorusunu kendime göre yorumlayıp
“Kaplandan mı geldik?” diye soruyordum. Sonra anladım ki, maymuna da döndük maymundan da…
Midemi doldurdum, bir güzel yedim hem de, tereyağına bandım sıcak simidi,
Zihnimi de doldurdum, boş olsaydı daha güzel dolacaktı, midem gibi.
Keşke zihnimiz de midemiz ya da sindirim sistemimiz gibi çalışsaydı!
Doldur boşalt, doldur boşalt- vazgeçtim.
Bir zihnimiz kalmıştı bok etmediğimiz, kalsın öyle sığabildiği kadar ‘Abdülcüğüm sana kalbimde kocaman bir yer’, ‘Nerimancığım sen de gel’ hepiniz gelin amına koyayım.
Seksist küfür , seksli küfür , seksli düşünceler arasından sekssiz aktarıldılar.
Şu sınavlar bitsin de…diğerleri başlasın!!! Ahahaha!!! Delirdim!!!
Şu sınavlar bitsin de bir güzel dağıtayım, gerçi dans edemem de, içerim işte
Ağzıma edecek alkol, içmesem de edecek, içtiklerime sayacak. Duyan da biberon şişesinde başladım sanacak, yok öyle, az içtim buna rağmen giren bir şeyler var hissediyorum. Korkuyorum da açıkçası.
Iron Maiden – Only the good die young’ı zamanında haykıra haykıra söylerdim de,
Yine kötü adamı oynuyorum, kötü taklidi yapıyorum, Azrail es geçiyor, ahahaha, geçen ben karşıdan karşıya geçiyordum ve az kalsın…parçalanıyordum evet. Çünkü salağım. Salaklık öldürür ama mutlu da eder, mutluluktan öldürür. Öyle bir mutlu olursunuz ki…
Lou Reed – What’s good sanırım sevebildiğim tek parçası, pek de dinleme fırsatı bulamadım ama Metallica’yla olanları sevememiştim. Iced Earth de dinleyelim bakalım, depresif miyim neyim? Mevsim değişikliği bunlar hep…değişiklik!
Son zamanlarda boşa kürek çekiyormuşum gibi geliyor, ölsem umurumda olmazdı bir zamanlar, ama bu zamanlarda da ölmeyeyim, insanları sevmeyi deneyecekken, sevemeden bir kuşu kelebeği bir ‘mezar’taşını mı sevelim Alla’şkına?  Ahahaha ölüm komik, saçma da açıkçası, benim ölümüm saçma olurdu, absürd olurdu, bu yüzden tez zamanda otobiyografimi yazmaya başlamam lazım, kalemime kuvvet. Ege’ye gideceğim, önce oraya gideyim, ya da Haceppede canlarımla takılayım, mersindeki canı da bırakamamak var hani…

Pazartesi, Mart 24, 2014

Deliler arafta kalmislar

Wicked Games - Chris Isaak Cover


...bu aralar
belirsizim
 aslinda yillardir belirsizim, bu ara daha bi belirsiz

  gerci bununla yasamaya alistim ya da alismis numarasi yaptim 
bilmiyorum.
bilmek de istemiyorum acikcasi, buna kafa yormak 
enerjimi daha faydali seyler icin saklamaliyim, 
sahi icimizde pil olsa, ya da ona benzer bi sey ve enerjiye ya da pozitif olan
hatta negatif de olabilen ayni zamanda, öyle bi seye ihtiyacimiz oldugunda
takalim pozitif kutbu dislerimizin arasina, negatifi de dudaklarin, dil dokunur
dudak dokunur ve BAM! o anda da ya cennettesinizdir ya da arafta takili 
kalmissinizdir, ask bu iste, bence ask bu. 
iki negatif kutup, iki pozitif kutup, iki kutup, her zaman iki tane vardir, 
coklu da olabilir, kumalar olur, piller, adaptörler, lityum iyonlar...

aaa...
bugünler mi dedik bu aralarda mi kalalim, 

arada kaldim, arada kalalim beraber.
sıkıssın iste bedenlerimiz, ruhlarimiz, kimsesizlikten, yoksunluktan muzdaripler.
arada kalabilir miyiz? 
arafta kalabilir miyiz?
cennetten red cevabi aldim, cehennemde de boyumu asan kötülükler varmis,
daha kötü ol öyle gel dediler.
kaldim iste.
gitmedim tekrar, gitmem de...
katil olursam giderim, duygularini öldürürüm, soykirim yapcam,
öldürmedigim her ask icin benden hesap soracaksiniz, 
sorun da hani
sormalisiniz. 

sakin gelme hazir degilim, deliyim kac gündür

ben yillardir deliyim, 
sonradan delirdim.
beni delirttiler,
planli yaptilar yani,
iyi delirdim.

deli kadinlar var balonlu kadinlar

bildigimiz balonlar
metafor degiller 
iki kadin ikisi de deli
güzel delilikler

Eternity and a day, güzel filmdi

oradaki sairler gibi
kelime avcisi olmak 
ve bir seyler yazmak
baskalarinin kelimeleriyle
o an düsündükleriyle 
ne bileyim
öyle manevi fikir hirsizi olmak
herkesten biraz...



Perşembe, Mart 20, 2014

Güzel Insanlar da var Ölen Insanlar da

Hava güzel, insanlar güzeller...

merhaba

kabaca bakacak olursak eger, yorgunum.
yorgun hissediyorum, yorulmus, bitkin belki daha dogru bi kelime olacak.
bitkin hissediyorum kendime zaman ayiramayacak kadar bitkin,
kendimle ilgili herhangi bir seye üzülemeyecek kadar.
belki de bu güzel bi seydir ve artik üzülecek bir seyim oldugunu bile
hatirlayamayacak kadar kendimden uzak kalmam.
bugünlerde neler mi oluyor?
güzel seyler oldular ve bittiler.
yeni ve daha güzel seylerin olmasi icin biraz beklemek,
belki de dua bile etmek gerekir.
neden bile?
cünkü ben böyle istiyorum
basit.
paylasmayacagim ama bir gün gelecekte bu metne baktigimda hatirlayacagim bi sey karaliyim da;
skype-theater verein
umalim ki olsun.
baska neler vardi?
bugün neler vardi? neler yoktu ki!
hava güzel diye herkes kampüste ne kadar güzel insan varsa hepsi!
"meme sezonu" diye adlandirdigim sezon geldi
insanlar hep memeliydiler ama bu mevsimde daha bi memeliler
familya ögretti onlar uyguladi
kafam karisik
zaten normal zamanlardan birine denk gelmez buralar
ya kafam karisiktir
ya da...
karmasikliklardan siyrilip basit bi hayat sürmeye karar verdigim zaman her sey icin gec olmus olmasindan korkuyorum, ölmekten korkmuyorken sekeri birakma kararim neydi peki?
evet seker kullanmiyorum artik, sirf ölmekten korktugum icin
ne bileyim, korkmuyorum da, zamansizlik, belirsizlik...
aci seyler korkunc seyler evet korkunc ve aci iste kahretsin ölmek cok eglenceli olmali
korku trenine ya da gondola binmek gibi
sadece gondolu tecrübe ettigim icin evet gondola binmek gibi olmali yükselip alcalmak gibi
yasarken de ölünüyormus sairler ve güzel yazanlar iyi betimliyorlar ben daha bu kadar acikli degilim

Düzyazi direniyor,
düze döndü bu yazi da.

secim varmis, oy ver diyorlar da, tiyatro memleketi kurtarmakla kiyaslandiginda...
önce memleketi kurtarmaliyim ondan sonra tiyatroya balta olanlardan kurtulabilirim zaten.
mantikli.

Almanya olmadi ya hani gidemedigimi ogrendim ya,
kadindan da haber yok, mesaj attim da dönmedi.
Askssiz ve sanssizim.
yani cifte sanssizlik.
arkadaslarim arasinda da pek sevilen bi insan olmadigimdan dolayi ücleme-
arkadassiz-sanssiz-asksizim
bir arkadasim var tabii deli kadin-
bi de ankaradakiler var Re-l iste bötü de var aslinda varsiniz varlar
bi de istanbuldakiler var Hazal var iste, Mert var,
aslinda arkadasim varmis
neden sevdigim herkes benden uzakta, babama alistim, elde var 1
istanbul neden bu kadar uzak
ankara neden bu kadar sisli soguk uzak, ankarayi Oguz Atay anlatsin ben susayim,
zaten bu ara ona kötü davraniyormusum gibi geliyor kitabini bi türlü bitiremedim,
neden bu lanetin parcasi oldum Atay?
neden bitmiyorlar, neden sevdigim halde bitip gideceklermis gibi bakiyor ve bitiremiyorum.
hastalik bu.
hemen de hastalik zaten, ask da hastalikti.
tanimlayamadigimiz bütün zayifliklarimiz hastaliklarimizmis meger, oyle ogrettiler.

bir gün gelecekte bir gün güzel seyler olacakmis, gecmisteki bütün güzel seyleri unutturacak kadar güzel
olmasin...
istemiyorum oyle seyler olmasin, zaten istesem de olmuyor istemesem...

zaz var zaz var, amelie soundtrack var
sevmemistim ben amelie´yi bana fazla basit geldi ne bileyim
bu kadar mutluluk, yapmacik ya, yapma mutluluk kötü mutluluk,
mutluluk kötü, acili bisey sancili
olunan bisey degil mutluluk, olduran bir sey-
kücük bir sey mutlu edebiliyorsa, kücük bi seyin sayesinde olunmussa,
oldurulmustur iste baska bir aciklamasi da olamaz.

hicbir seye bel baglamamak, kafami egip yürümeye devam etmek,
insanlardan kacmak, asik olabileceklerimden kacmak icin,
bakarsam olurlar, olurum.
bakmiyorum olmuyorum, görmüyorlar olmuyorlar.
iki taraf da mutlu, mutsuz. her ne boksa artik.

bakalim icki icmek, alkol almak, yani her ne boka saracaksam ondan iste,
adi onemli degil, ama nargile kesinlikle degil, güzel bi müzik,
ve neden hayat böyle amuhagoyyim diye de haykirmak.
neden mi cinsiyetci küfür?
cünkü cok karakter var, esek küfretti, sucu at üstlendi, jokeyi üstünden atti
yerlerde olan jokeye basti cifteyi esek, olan jokeye oldu.

bu ülkede her zaman bir seyler ölüyor,
buna sikildi canim,
nasil sikilmasin.
her zaman bir seyleri öldürüyor bu topraklara kök salmis zehirli zihinler,
zehirliyorlar köklerini gencecik fidanlarin.
zehirliyorlar fikirlerini gencecik fidanlarin.
her zaman zehirliyor sucu üstlenen doga ana oluyor,
ben aldim canini topragim corak diyor, kana susadim diyor,
ana diyoruz ama analarin canini yakiyor, kendi cani yansa bile
gömüyor icine, acilarini da, cocuklarini da...